5 Ekim 2013 Cumartesi

AHLAT TARİHİ



Ahlat Doğu Anadolu Bölgesinin, Yukarı Murat –Van Bölümü’nde, Süphan ve Nemrut dağları arasında bulunan plato üzerinde kurulmuş, Bitlis İli’ne bağlı, 34.000 nüfuslu bir ilçe merkezidir.
Asya’dan Anadolu’ya(Dolayısı ile Avrupa’ya)uzanan yolların üzerinde bulunması, Doğu Anadolu’ya göre ılıman iklimi, bereketli toprakları, bina yapımına elverişli yapı malzemesi olan Ahlat taşı ve su kaynakları ile tarihin her döneminde bölgedeki büyük güçlerin dikkatini çekmiştir. Bu nedenle tarihi süreç içindeki işgaller ve yağmalamalar, daima önemli yerleşim yeri olan Ahlat toprakları üzerinde kurulan ileri medeniyetlere ait tarihi eserlerin, her el değiştirmede tahrip olmasına neden olmuştur.
Tarihin uzunca bir dönemi ile birlikte özellikle Türklerin Anadolu’yu yurt edinmelerindeki en önemli tarihi tanığı olan ve sinesinde o döneme ait izleri 1000 yıldır büyük bir özenle koruyan Ahlat, her ne hikmetse unutulmuşluğa terk edildikçe direnmiş, ”Ben burada Anadolu Türk tarihinin en önemli tanığıyım.”mesajını tekrarlayıp durmuştur. Yüzlerce yıl sesini önemseyen çıkmamış, evin en sevgili çocuğu olması gerekirken sokağa, kendi haline terk edilmiştir.

Cumhuriyet Dönemi’nde Ahlat tarihi ile ilgili ilk ciddi eserin yazarı olan Abdurrahim Şerif Beygu: “ Hep tarihi olan bu milli mevcudiyet ve asarımızın bu kadar zengin hatırat ve menabiini sinesinde saklayan Anadolu’da diyebilirim ki pek az bir şehir Ahlat derecesine çıkabilir. “demektedir. Beygu yine aynı eserinde Türk Tarihi içinde hazineler değerinde olan bu asar ve mahkukatın şimdiye kadar Türk alemi irfanınca az tanınmış olmasına müteessir olmamak mümkün değildir.” diyerek Ahlat’ın tanıtılması konusunda bir tarihçi olarak kendi üzerine düşeni yapmış ve ‘Ahlat Kitabeleri’ adlı eseri ile yüzlerce yıl sonra Ahlat ile ilgili ilk eser bu şekilde Anadolu Türk tarihiyle ilgilenenlerin bilgisine sunulmuştur.

Ahlat’ta, Urartular ve Urartular’dan önceki dönem ile ilgili ciddi bir araştırma yapılmamıştır. Beygu; Urartuları Turan Kavminden Orarto yahut Lortho oarak tanımlar ve M.Ö. 900 yılında doğudan gelerek Ahlat’a hakim olduklarını yazar. Urartular Tuşba(Van) şehrini kendilerine başkent yapmışlardır. Ancak; Anadolu’da Urartular’ın hakimiyeti Asurlular’dan aldıklarını biliyoruz. Bu nedenle Ahlat’ta, Urartu öncesi Asur egemenliğinin bulunması gerekir.Urartu Devleti Anadolu’daki hakimiyet mücadelesinde zayıf düşünce hakimiyeti altındaki yerlerin bir bölümü M.Ö. 6.yüzyıldan itibaren Medler’in eline geçer Ahlat’ta M.Ö. 6.yüz yıldan itibaren önce Med, sonra da Persler’in hakimiyeti altına geçer.
Persler ile Makedonya Kralı Büyük İskender arasındaki savaşı kazanan Büyük İskender Perslerin elinde bulunan Anadolu toprakları ile birlikte Ahlat’ı da hakimiyeti altına alır. M.Ö. 328’de İskender’in Babil Satrabı Slevkos’a bağlanan Ahlat, daha sonra Partların eline geçer. 395’te Büyük Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra Ahlat Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans İmp.)hakimiyet sahasındaki topraklara katılır.

639 – 640 yılından itibaren bölgeyi Müslüman Arap İmparatorluğu denetimine almak isteyen Halife Hz. Ömer’in El- Cezire kumandanı İyaz Bin Ganem, komutanlarından Halit Bin Velid’i bu alana gönderir. Ahlat bu şekilde feth edilir. Abbasiler’in idaresi zayıflayınca Şehir tekrar Doğu Roma İmparatorluğu’nun eline geçti. 1040 yılından itibaren Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşunu sağlayan Selçuk Bey’in torunları Tuğrul Bey ve İbrahim Yınal, Azerbaycan ve havalisini ele geçirirken aynı kuvvetlerin devamı da Ahlat’ı ele geçirirler.
Doğu Roma ile İslam İmparatorluğu arasında zaman zaman el değiştiren Ahlat, bir arada Güney Doğu Anadolu’da bir beylik kurmuş olan Mervanilerin eline geçerse de 1061 yılından itibaren Asya’dan Anadolu’ya göç eden ve kendilerine yeni bir yurt edinmek isteyen Türkler tarafından ele geçirilir.
Anadolu’yu yurt edinmek isteyen bu Türk güçleri Ahlat’ta kurdukları garnizonuyla burayı üs ederek Anadolu’nun diğer yerlerine de akınlar yapmışlardır. Türklerin Anadolu içlerindeki bu ilerlemeleri Doğu Roma İmparatorluğu’nu rahatsız etmiş ve Anadolu’da hakimiyet mücadelesi içindeki bu iki büyük güç 1071’de savaşmışlardır.Alp Arslan Halep’i feth edip Mısır Fatimileri üzerine yürürken Bizans’tan gelen elçi Ahlat, Erciş ve Menbiç şehirlerinin derhal teslimini istemiş. İsteği reddeden Alp Arslan Ahlat’ta bulunan Afşin Bey’den Bizans orduları hakkında bilgi istemiştir. Sultanın henüz gelmediğini sanan İmparator durumu öğrenmek için ermeni kumandanı Basil’i(Basileuks) gönderdi. Fakat Ahlat Garnizonu bu kuvvetleri esir ve katletmek sureti ile öyle bir yok eyledi ki; İmparatora haber verecek bir kimse kalmamıştı. 1071 yılında yapılan bu savaşta Ahlat’ın ve Ahlat’taki garnizonun önemi çok büyüktür. Savaş bölge coğrafi olarak da incelendiğinde, Ahlat’tan yola çıkan Selçuklu kuvvetleri ile onları Malazgirt Ovası’nda bekleyen Doğu Roma ordusu arasındaki ilk savaşların Ahlat – Malazgirt arasındaki engebeli alanlarda yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Sonuçta savaşı kazanan Alparslan savaşta yararlık gösteren Ahlatlıların büyük ganimet elde etmesini sağladı.Ardından Ahlat, Selçuklular’a bağlı Diyarbakır emirlerine bağlandı. Bu emirler tarafından kendilerine zulüm yapılması üzerine Alp Arslan’ın amcazadesi, Merent emiri İsmail’den yardım istediler. İsmail adaleti ve iktidarı ile meşhur vezirlerinden Sokman’ı Ahlat’a emir atadı. Bu şekilde Sokman – Sökmen- Sekmen- tarafından 1100 yılından itibaren Ahlat’ta Selçuklular’a bağlı Ahlat Şahlar( Sökmen Şahlar yada Ermen Şahlar da denir.) kuruldu.

1100 – 1207 yılları arasında devam eden Ahlat Şahlar süresince Ahlat’a hakim olanların listesi
Sokman El Kutbi 1100 - 1112
Zahireddin İbrahim 1112 - 1127
Ahmed 1127 - 1128
Nureddin 2.Sokman 1128 - 1183
Seyfeddin Bek Timur 1183 - 1193
Bedreddin Ak Sungur Hezar Dinari 1193 - 1198
Şucaeddin Kutluğ 1198 - 1198
Melik’ül Mansur Mehmed 1198 - 1206
İzzeddin Balaban 1206 - 1207

Malazgirt zaferi ve kısa süre sonra kurulan Ahlat Şahlar dönemi Ahlat’ın “altın çağ”ını yaşatır. Bu dönemde Ahlat batıda Diyarbakır’a, Doğu’da Erzurum’a kadar uzanan geniş bir alana hükmeder. Şehir Türk Kültürünün nadide eserleri ile bezenir. Bu gün Bulanık İlçesi’ne bağlı  ( Abri köyü ) Ahlat’ın ilim yuvasıdır. Abri ve Ahlat içindeki ilim yuvalarında yetişen bilim adamları Ahlat adını bütün dünyaya tanıtırlar. Ahlat, Belh ve Buhara(bazı kaynaklarda Merv)ile birlikte Kubbet’ül İslam (İslamın Kubbesi) olarak anılır.O zaman nüfus 300.000 civarındaydı.

T.C. BASBAKANLIK DEVLET ARŞİVİ 294 NUMARALI HINIS LİVASI TAHRÌR DEFTERİ ABRİ KÖYÜ BÖLÜMÜ ( 963/1556 ) TARİHLİ

Karye-i Abri  ve mezra‘a-i Köşmir ve mezra‘a-i
Kesir  ve Kiğvank
Zikr olan evkàfın hudùd-ı erba‘ası vakfiyyesinde
mukayyeddir. Mahall-i ihtiyac da aña ‘amel oluna. Vakf-ı
zàviye-i ‘Aynü'l-Melek, der-karye-i mezbùre, ber-mùceb-i
emr-i humàyùn ve defter-i ‘atìk.

Şeyh Velì bin Şeyh İbràhìm, Şeyh-i zàviye-i mezbur
‘Alìhàn bin Hasan, mü’ezzin

Karye-i Piyonk, der-livà-i Hınıs, tàbi‘-i nàhiye-i Bilican,
vakf-ı zàviye-i ‘Aynü'l-Melek, der-karye-i mezbùre, ber mùceb-
i hükm-i hümàyùn.

Hisse-i vakf-ı zàviye-i mezbùr, hàsıl 3 rub‘, ber-mùceb-i
vakfiyye 763
Hisse-i càmi‘-i zàviye-i mezbùr, hàsıl 1 rub‘, ber-mùceb-i
vakfiyye 254
Karye-i mezbùrun mahsùlàtı selàtìn-i màziyyeden ilà yevminà-
hàzà olı geldügi üzere zàviye-i mezbùrede àyende
ve revendeye sarf oluna. Fe-emmà söyleki zàviye-i mezbùre
ma‘mùr olmayub ve mahsùlàtı olmayub mezbùr emrim üzere
sàdırìn ve vàridìne sarf olunmaya. Hàkimü'l-vakt olanlar
bàb-ı sa‘àdetime ‘arz eyliyeler diyu ellerinde hükm-i
hümàyùn olmagın ber-mùceb-i hükm-i serìf defter-i cedìd-i
hàkàniye kayd olundı. Ve sart-ı vàkıfa muhàlif iki yerde
vàki‘ olan mahsùlàt sarf olunurmus. Eyle olsa min-ba‘d
vakfiyyesi mùcebince karye-i Abri'de vàki‘ olan zàviyede
sarf oluna vakfiyyeye muhàlif àher yerde sarf olunmaya diyu
defter-i cedìd-i hàkàniye serh virildi..

AHLAT VAKIF KAYITLARINDA ABRİ KÖYÜ

TÜRK-ISLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ - TURK'S AND ISLAMİC CİVİLİZATİOAN, FOUNDATİONS, ART,HİSTORİCAL ART, HİSTORY
TÜRK KÜLTÜRÜ, AHLAT ve AHLAT VAKIFLARI
TÜRK KÜLTÜRÜ, AHLAT ve AHLAT VAKIFLARI
Sadi BAYRAM

IV. Ahlat Kültür Haftası Semineri, 22 Ağustos 1994 bildiri olarak sunulmuş, aynı yıl Ankara Monalisa Matbaası, s. 123-146.'da yayımlanmıştır.

Türk Kültür tarihimizde Ahlat şehrinin önemi büyüktür. Sultan Alp Arslan, Malazgirt ovasına Ahlat'tan hareket etmiş, Anadolu'yu ikinci defa ve ebediyyen Türk milletine kazandırmıştır.
Niye ikinci defa diye gençler arasında bir sual ortaya çıkarsa, peşinen cevaplandırmak isterim. Mukaddes kitaplara, efsanelere, bazı dil bulgularına ve bazı arkeolojik tabletlere göre Proto-Türkler'in ilk vatanı Güney Doğu Anadolu'dur. Bunun hakkında da iki kitap yayınlanmıştır (1).

Ahlat şehri; millî kültürümüzün bir mihenk taşıdır. Niye denirse, Açık Hava Müzesi niteliğindeki Ahlat Mezarlığı ortadadır, Sayın Karamağaralı Ailesi, benim bildiğim 1966 yılından beri hâlâ üzerinde çalışırlar ve Türk Sanatı ile ilgili çeşitli kongre ve seminerlerde konunun ehemmiyetini dile getirirler. Sayın Beyhan Karamağaralı Ahlat Mezarlığında 20 sanatkâr ismi tesbit etmiştir. Kitabı da 1972 yılında basılmıştır (2). Ahlat Künbetlerini hepimiz okumuş, kritiklerini, Anadolu'daki diğer numunelerle karşılaştırmasını yapmışızdır (3). Ve nihayet, Ahlatlı minber ustalarının eşsiz eserlerini (4), Türk kültürünün tapu senedi hüviyetindeki eserlerini görmüş, makalalerimizde kullanmışızdır. Acaba, XX.yüzyıla ulaşamadığından, yanıp-yıkıldığı için bugün bizim bilemediğimiz Ahlatlı san'atkârların ne kadar eserleri vardı ? Mimari ve ahşabın yanında , hat,tezhip, maden,cam, seramik, çini, ve benzeri zenaatkâr ustaların durumu ve eserleri varmıydı ? Nerede ? Hiç birimizin bu soruya cevap veremeyeceği açıktır.
O halde Anadolu Selçuklu, Beylik ve Osmanlı Dönemi Türk sanatına, Ahlat'ın katkısı, Ahlatlı ustaların emek ve tesirleri tartışılamaz.
Diğer taraftan Vakıflar Genel Müdürlüğü Kültür ve Tescil Dairesi Başkanlığı Arşivi'nde bulunan Ahlatla ilğili kayıtları gözden geçirir isek, hüsranla karşılaşırız. Zira, Selçuklu devri vakfiyeleri ve o meşhur eserlerin vakfiyeleri maalesef yoktur. 900 yıldan bu yana günümüze bu kayıtlar ulaşabilir mi ? Mahkemelerde bulunan 10 yıllık kayıtlar bile arşivlerden zor çıkıyor... Aslında, bütün Anadolu'daki Selçuklu vakıf kayıtları 65-70'i geçmemektedir (5). Padişah , Sadrazam ve vezir vakıflarına ait kayıtlar Hazine tarafından tutuluyordu. 1826 yılından yani, Evkaf-ı Hümayun'un teşekkül tarihinden itibaren Anadolu'daki vakıf kayıtları Başkentte toplanmaya başlandı. Elbette atlanan, elimden alınır düşüncesi ile kaydettirilmeyen vakıflar ekseriyettedir. Zamanın tahriplerini de unutmamak gerekir.
Vakıf kayıtları incelendiğinde:
1. 1967 numaralı defterin 157. sayfası ile 588 numaralı defterin 241 sıra 210 sayfasında : 17 Zilhicce 733 H/1333 M.tarihli Abdülmelik ibni Şeyh Ramazan'ın Cami ve Zaviye vakfı ( Liz'e bağlı Kesir'de) bulunmaktadır. Aynı vakfa ilave olarak Abri Köyü'nde Şeyh Abdülmelik'e teberruken 810 H./1408 M. tarihli zaviye vakfı; 823 H/1420 M. tarihli Pir Hüseyin zeyl vakfı kayıtlıdır ( Belge.1).

ABRİ (ESENLİK) KÖYÜ KÜLTÜR BAKANLIĞI ARAŞTIRMASI

ABRİ (ESENLİK) KÖYÜ KÜLTÜR BAKANLIĞI ARAŞTIRMASI


ABRİ (ESENLİK) KÖYÜ KÜLTÜR BAKANLIĞI ARAŞTIRMASI
Adil EVREN
1997

Bulanık, Muş iline bağlı ve Murat Nehrinin Suladığı bereketli topraklar üzerinde kurulmuş büyük bir ilçe merkezidir. Kentin kuzeyinde hafif yükseltiler halinde tepeler, güneyinde ise
Yüksek dağlar bulunmaktadır. İlçe merkezi ile araştırmamıza konu olan Abri ve Mollakent
Köyleri arasında kalan Bilican Dağlarında çok geniş otlaklar vardır. Yaklaşık yaklaşık 40 veya 50 yıl öncesine kadar meşe ormanı ile kaplı olan bu dağlarda, üzülerek belirtmek gerekir ki günümüzdetek ağaca rastlamak olanaksızdır. Bilcan Dağı'nın doğusunda küçük bir göl bulunmaktadırbu gölden çıkan küçük birırmak Güllüova Köyü'nün batısında bir çoksu değirmenini çevirdikten sonraBulanık ilçesinin hemen yakınından geçerek Murat Nehri'ne ulaşmaktadır. Murat Nehri, Bulanık ilçesi önündeki vadide oldukça genişbir yatak oluşturmaktadır. Ancak ilçenin batısında dar ve derin bir vadi oluşturarak Muş Ovası'na kadar aynı hırçınlıkla akmaktadır.
Bulanık ilçense bağlı olan Abri ve Mollakent köyleri de Bilican Dağı'nın güneybatı eteklerinde doğan ve suyunu Murat Nehrine boşaltan Liz Çayı'nın ana kaynakları üzerinde veye çok yakınında kurulmuştur.Yöredek köylerde olduğu gibi, bura halkını ana geçim kaynağını tarım ve hayvancılık oluşturmaktadır. Bilndiği gibi, bölgede kış mevsimi oldukça uzun ve sert geçmektedir.Doğu Anadolu'nun tümünde olduğu gibi Abri ve Mollakent Köyü içinde ısınma büyük bir problem olmakta ve bu durum yoğun göç olayının oluşmasına neden olmaktadır. Bölgenin Doğal yapısı nedeniyle, ulaşım da oldukça zor şartlar altında yapılmaktadır. Özellikle kış aylarında ( devlet karayolu hariç) köyler ara-
(*) Adil EVREN, Arkeolog, Efes Müzesi Müdürü, İZMİR.
Sındaki yolları açık tutmak hemen hemen olanaksızdır. Açık tutulan yollardan biri olanve Müş yönünden gelip Bulanık yönüne giden devlet karayolları Abri ve Mollakent köylerinin hemen yakınından ve liz nahiyesinin içinden geçmektedir. Yaptığım araştırma sonucunda, Abri Köyü'nün çok eski geçmişi hakkında yeterli bilgi edinmem mümkün olmadı. Ancak Liz ve mollakent'te yapıulan araştırma sonucunda ele geçirilen bazı buluntular ve açığa çıkarılan bazı kanıtlar bu bölgenin Urartu Dönemi'ne ; Abri Köyü içinde ayakta kalan camii ve külliye de buranın da Beylikler Dönemi'ne kadar uzanan tarihi geçmişinin olduğunu kanıtlamaktadır. (Resim: 1)Bilindiği gibi, Anadoluda sivil ve dini yapılarda oldukça eskiye dayanan sistemler uygulanmaktadır. Yörenin iklim koşullarına uygun olarak, yapılarda duvarlar kalın ve kullanılan malzeme genellikle kerpiç ve köfeki taşıdır. Çağlar boyunca yapılarda kullanılan malzeme türü fazla bir değişime uğramadan günümüze kadar ulaşmıştır. Kolay işlenir olması nedeniyle de köfeki taşı tüm yapılarda aynı yaygınlıkta ve sevilerek kullanılmıştır. Bu taş her iki köye çuk yakın olan liz çayı vadisinde ki ocaklardan çıkarılmaktadır. Bol ve ucuz olması nedeniyle, yapıların duvarlarında olduğu gibi, kimi yapıların çatı ve kubbe aksamında da özellikle kullanılmıştır.
ABRİ (ESENLİK) KÖYÜ CAMİİ VE KÜLLİYESİ
Abri Köyü, yaklaşık yüz haneli küçük bir yerleşim merkezidir. Küçük bir köyde böyle bir külliyenin olması gerçekten çok ilginçtir. Külliye cami,, çilehane(mezar) ve haman(kuleta) dan oluşmaktadır. Bu yapılar köy içinde biribirinden uzak durmasına karşın, kendi aralarında bir bir bütün oluşturmaktadır. Abri Köyü'nün geçmişi caminin yapılış tarihinden önceye çıkmaktadır. köyün kurucusu Şeyh Muhammet adındaki bir zattır. Bu zat başlangıçya Mollakent Köyü'nün Akkent mezrasına, daha sonra buradan Harabe abriye gelerek kendisine bir ibadet yeri seçiyor ve öldüğü zamanda buraya gümülmesini vasiyet ediyor. Bugünkü Abri Köyü'nün hemen yakınındaki bir yıkıntının eski Abri köyü olduğu söylenmektedir, şeyh Muhamede ait mezar ve ibadet yeri burdadır. İşte bu zatın oğlu Şeyh Ramazan, Harabe Abriden bugünkü köyün olduğu yere gelerek yerleşiyor. Şeyh Ramazanın oğlu olan Şeyh Abdülmelik de bu köyde bulunan camiyi ve külliyeyi yaptırıyor. Şeyh Abdülmelik saygın kişiliği ve din bilgini olması nedeniyle de çevrede hakıl bir üne kavuşuyor. Bü ünü,yöre halkı tarafından nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Bu nedenle günümüzde de adından saygıyla söz edilmekte ve Abri Köyü'nde yaşayıp bu soya ait olan herkes, Şey Abdülmelişk'e kadar yirmi dedesinin ismini rahatlıkla sayabilmektedir. Anlatımlara göre külliyeyi yatıran bu kişini esas adı Nizamettin'dir. Ancak iyi bir bilgin olduğu kadar kadar, engin hoşgörüsü ve iyi huylu olmasıdan ötürü, kendisine Aynü'lmelek (Melek gibi) lakabı takılmıştır.(1)
CAMİ
Abri Camii dıştan dışa 17,75*16,20 ölçülerinde ve dikdürtgen formuldur. Caminin iç ölçüleri 16,45*9,40 cm dir. Bu fark uzun yan cephelerdeki payanda çıkıntılarından kaynaklanmaktadır. Caminin portalinde dikdörtgen formul ve köfeki taşına kazınmış olunan kitabesinden, H.725/M.1309 yılında yapılmış olduğunu öğrenmekteyiz.İstanbul'daki Muş İli vakfiye kayıtlarında Abri Camii ve zaviyeye ait kayıtlara da rastlanmaktadır(2) Vakıf kayıtlarında bu yapılar, Şeyh Abdülmelik adına kaydedilmiştir. (Plan:1,2: Resim:2).

Abri Camii yatay iki sahınlı ve orta sahını kesen kubbeli plan uygulanarak yapılmıştır. Malzeme olarak ,40*,40*,50 cm ölçülerinde köfeki taşı kullanılmıştır. Çatı ve kubbeyi örten külah da taş kaplamadır. Çatı kaplama taşlarının ölçüleri diğerlerine göre dah büyüktür. Tonozlu sahınları dıştan örten çatını eğimi oldukça azdır. Yakın geçmişte yapılmış olan onarın çalışmaları sırasında, duvar, çatı ve tabana ait bazı taşlar yenilenmiştir 8Resim:3).
Abri Caminin uzun yan duvarlarının dış yüzünde, duvarla birlikte örülmüş büyük payandalar bulunmaktadır. Yaklaşık 1,90 cm kalınlıktaki duvarlarda neden bu tip payandalara gereksinim duyulduğunu anlamak zordur. Mimar veye ustas, olaki caminin ağır taş çatısı için biliçli olarak veye çevredeki örneklere öykünerek böyle bir teknik uygulanmıştır. Silvan Ulu Camii, Beyşehir Eşrefoğlu ve Selçuk İsa bey camilerinde iç mekanın ferahlığı için duvarlar oldukça yüksek tutulmuştur, bu yüksek duvarları da dışarıdan payandalarla destekleme gereği duyulmuştur. Abri Cami'nin plan ve fotoğraflarında görüldüğü gibi çatı kodu yaklaşık 8 m civarındadır. Duvarlarla birlikte örülmüş olan payandaların bazıları farklı
(1) Bu soya ait kişiler: 1 Muhamet, 2. Ramazan, 3.Abdülmelik, 4,HacıHafız İbrahim, 5.Pir Hüseyin, 6.Paşa Baba, 7, Muhamet, 8,İbrahim, 9, Muhamed, 10, İbrahim, 11,Ali, 12,Muhamet, 13, Eyüp, 14, Musa, 15, Hacı Beyazit, 16, Şeyh Abdülhamit, 17, Şeyh Raşit, 18. Şeyh Ali, 19, Şeyh Abidin ve 20, Mustafa.
(2) Şeyh Abdülmelikin Soyundan olan Fetullah Selvi'nin İstanbulda yapmış olduğu araştırma sonucunda Abri Camii'ne ait kayıtlara rastlanmıştır.Yüksekliktedir. Kuzey duvarı bitişik olan üç payanda çatı yüksekliğine kadar yükselmektedir. Bu payandalarda, 42 cm yüksekliğinde 14 taş sırası bulunmaktadır. Bu payandalarda, her taş sırası 5 cm lik geriye çekme metodu uygulanmıştır. Bu çekme yerden itibaren 12 taş sırası için uygulanarak payandalar dahada güçlrendirilmiştir (Resim:4)
Caminin güney uzunuzun yan duvarlarıda mihrap çıkıntısı hariç 4 adet payanda bulunmaktadır. Payandalarda ikisi çatıya kadar, diğer ikisi ise çatının biraz altına kadar yükselerek, hafif eğimli bir yüzeyle duvarla kaynaşmaktadır. Mihtap çıkıntının batısındaki payanda iki kademeli olarak yükselmektedir.Kubbe kasnağının oturduğu duvarı güçlendirmektedir. Yaklaşık 5 metre yükseklikte yatık bir yüzey oluşturarak duvarla kaynaşmaktadır. Güneybatı köşedeki payanda daha kısa ve daha geniştir. Bu payanda da 2,45 cm koda kadar yükseldikten sonra yatık bir yüzey oluşturularak, saçaklığın epey altında duvarla kaynaşmaktadır. Batı duvarındaki payanda 2,10 cm yüksekliktedir. Doğu duvarda herhangi bir payanda bulunmamaktadır ( Resim:5).
Caminin ana aydınlığını güney duvarda yer alan 1,30*1,30m ölçülerindeki iki pencere sağlamaktadır. Ana pencerelerin dışında, doğu ve batı duvarlarda ikişerden dört ve kubbe kasnağında dçrt adet olmak üzere toplam sekiz adet mazgal biçimindeki pencere, iç aydınlığı testeklemektedir, kuzey duvara özellikle pencere açılmamıştır. Doğu batı yönünde olan sahınların üstünü kemerlerle kemerlerle desteklenmiş beşik tonozlar örtmektedir. Tonozlar ortada sütunlara, kenarlarda ise duvarlara oturmaktadır. Bu tonozla, eğimi fazla olmayan
Kırma bir çatı ile koruma altına alınmıştır. Çatı omurgası 1,50 cm yükseklikte, eğimli yüzeyler ise değişik genişliktedir. Çatı tümüyle yassı ve biraz büyük köfeki taşla kaplıdır.Güney sahıunda ve mihrabın önünde kare ve sekizgen bir kasnak üzerinde tek kubbe yer almaktadır. Kubbeyi sekizgen formulu ve taş kaplama külah bir çatı örtmektedir.
Abri Camii'nde, benzerlerinde olduğu gibi, genelde bir asimetriklik göze çarpmaktadır. Bu asimetriklik ilk olarak dıştaki payandalarda görülmektedir.Doğu duvarında payanda kullanılmazken, batıda 1, kuzeyde 3 Güney duvarda 4 payanda kullanılmıştır. Kuzey duvarda yer alan payandalar diğerlerine oranla oldukça büyük tutulmuştur. Bu payandalarda, daha önce de belirttiğim gibi her taş sırasında 5 cm geriye çekme tekniği uygulanmıştır. Güney duvardaki payandalar (doğudaki ikisi hariç) belirli bir yükseklikten sonra eğimli bir yüzeyle ana yapıya kaynamaktadır.
PORTAL
Camiye kuzeydeki portal ile girilmektedir (plan:2) Bu bölüm tam şakülünde örülmemiştir. Çatıya yakın bölümde kuzeye dağru hafif eğimlidir. Köylüler bu eğimi, camiyi yaptıran kişinin kerametine bağlamakta ve bununla ilgili olarak da bir hikaye anlatılmaktadır. Portali, dışta bir bir silmeden sonra, çift burmalı bir bordür çevrelemektedir. Üstte iki rozet arasında üç sıra yazıtlı bir kitabe, kapı kavrasasının üstünde beşil stalaktır ve onun ortasında da bir rozet bulunmaktadır. Kapının her iki yanında burmalı sütunceler, bunların üzerinde yine gül rozetler ve köşe boşluklarda çift katlı çiçek rozetleri yer almaktadır. Kuzey duvarda, ana girişe simetrik olarak bir başka kapının izleri görülmektedir.Bu kapı, olasılıkla daha sonra örülerek kapatılmış ve iç mekanda bir niş oluşturmaktadır.
MİHRAP
Mihrap, portalde olduğu gibi köfeki taşla yapılmıştır. Çevresi üç kademeli profille belirtilmiştir. Yarı silindirik mihrap nişinin iki yanı, sütuncelerle sınırlandırılmıştır. Sütuncelerin üzeri sütün başlığı biçiminde profillendirilmiştir. Mihrap nişinin üst bölümü, istiridye motifi biçimindedir (Resim: 6). Bu motifinüzerinde iki rozet arasında üzeri yazıtsız bir taş pano bulunmaktadır. Panonun içinde sonsuzlaşan yıldız motifi yer almaktadır. Mihrabın derinliği fazla olmamasına karşın, güney duvarının dış yüzünde oldukça taşkın yarı silindirik gövdeli ve konik bir külah çatı biçiminde belirtilmiştir. Külahın en uç noktasında yine köfekitaşı ile yapılmış bir alem yer almaktadır (Resim: 7).
Abri Camii çevresinde minareye ait herhangi bir ize rastlanmamaktadır. Olasılıkla, kimi erken cami örneklerinde olduğu gibi, minare caminin biraz uzağına yapıldı ve zamanla yıkılarak kayboldu. Camnin ön bahçesinin tümüyle toprak dolu olması, minareye ait alt yapının bunun altında kalmış olabileceği ihtimalini doğrumaktadır. Belki de , Abri Camii minaresiz olarak yapıldı.
ÇİLEHANE (Mezar Odası)
Çilehane de yöresel taşla (köfeki) yapılmıştır. Ana mekan tonuzludur. Taş kaplama kırma bir çatı, tonozu örtmektedir. Mezar odasına giriş bölümünün üstü, düz ve toprak dam örtü şeklindedir (Resim:8) Giriş bölümünün kuzey duvarında mazgal biçiminde bir aydınlatma penceresi bulunmaktadır. Dromos şeklinde koridorda 8 adet basamak, mezar odasına inişi sağlamaktadır. (plan :3) Koridorun güney duvarında sağır bir niş, bunun hemen önünde ise mezar odasına geçişi sağlayan kısa
koridor bulunmaktadır. Mezar odası, toprak seviyesinden yaklaşık 1,5 metre aşağıdadır. Kuzey güney uzantılı olan mezar odasının bu yönde yukarlarında da mazgal biçimliiki aydınlatma penceresi, güney duvarını hemen bitişiğinde de sanduka şeklinde bir mezar bulunmaktadır. Bu Şeyh Hacı Hafız İbrahim'e aittir. Kimi kaynaklara göre Hacı Hafiz İbrahim gün boyunca çilehaneye kapanarak ibadete başlıyor, töreler gereği az şey yiyip içerel yaşamını sürdürüyor ve öldüğü zaman da buraya gömülmesini vasiyet ediyordu (Resim: 9).
HAVUZ
Havuz olarak adlandırılan temizlenme mahali, köyün girişindeki bir su kaynağının hemen yakınında toprak dam örtülü ve köfeki taşı ile yapılmıştır (Resim:10). Havuzun üstünü örten ağır toprak danı oldukça ……….. ve ahşap direkler taşımaktadır. (Resim: 11) Havuz da çilehane gibi caminin biraz uzağına ve amacına uygun olarakta su kaynağının hemen yakınına inşa edilmiştir. Yapıya, batı yönünden bir kapı ile girilmektedir. Yaklaşık 3*5 m ölçülerinde olan havuz bir insan boyu derinliktedir. Oldukça ağır ve geniş dam, havuzun kenarında sıralı ahşap direklerle, yanlarda da köfeki taşla örülmüş olan kalın ……oturmaktadır. Yapının doğusundada bulunan ve küçük bir kayanın …çıkan su, bir kanalla havuza, burada da yapının güney batısındada tuvaletlere akmaktadır. Yapı gösterişten oldukça uzaktır. Sadece duvarın iç yüzünde mihrap şeklinde bir niş görülmektedir. Nişin ünü cami mihrabında olduğu gibi istiridye matifi biçiminde, yan ….lmelerle profillendirilmiştir. Bunun hemen yakınında sağlı sollu …elerle çevrelenmiş küçük birer sağır niş daha bulunmaktadır. Bu ….st boşluklarında alçak kabartma halinde iki rozet bulunmaktadır. (resim : 12). Havuz yapısı, ağır toprak dam yapısına karşın günümüze ……nel olarak sağlam kalmıştır. Havuzla camii arasında büyük blok taşlar kaplanmış bir kaldırım bulunmaktadır. Ancak, bu yolun büyük bir ….sellerle ve bakımsızlık sonucu yok olmuştur.
Burada da görüldüğü gibi, Abri camii yöredeki en erken cami ör….asında yer almaktadır. İç mekan anlayışı ve dış cephedeki ol….yük payandalarla,Kızıltepe Ulu Camii'ne çok benzemektedir. Anadolunun yaygın ve değişmez yapı elemanı olan köfeki taşı, …inde olduğu gibi, bu külliyede de bol miktarda kullanılmıştır. Dış cephedede değindiğim gibi cami olasılıkla minaresiz yapılmıştır. Portalinde yer alan kitabesinde H. 725 / M. 1309 yılında yapılmış olduğunu anlıyoruz.Çilehane ve havuza ait herhangi bir kitabe bulunmamaktadır. Ancak; bunların da cami ile aynı tarihte yapılmış olduğunu söyleyebiliriz.